Bugün 12 Aralık 2024. Yargının bir silah olarak kullanıldığında topluma vereceği zararı gözler önüne sermesi açısından önemli bir gün. Bugün Türkiye’de “Kız Çocukları Davası” olarak bilinen davanın devam duruşmaları yapılacak. Bu hukuksuz yargılama gerek yargılama sürecindeki hukuksuzluklar, gerekse uluslararası kamuoyunda yarattığı tepkiler ile dikkatleri üzerine çekmektedir. Davanın iddianamesinde yer alan absürd iddialar, uluslararası insan hakları uzmanlarının raporları ve önde gelen figürlerin tepkileriyle ele alındığında, Türkiye’deki hukuk sisteminin temelinin ne kadar sarsıldığını gözler önüne sermekte ve eleştirilere çok daha açık hale geldiği görülmektedir.
Süreç 7 Mayıs 2024 tarihinde düzenlenen operasyonla başlamıştır. Yaşları 12-17 arasında değişen 15 çocuk ile birlikte toplamda 53 kişi gözaltına alınmış ve bu kişilerin evleri aranarak “terör örgütü üyeliği” ile ilişkilendirilmiştir. Operasyon kapsamında ailelerinden habersiz bir şekilde gözaltına alınıp avukatsız sorgulanan 15 kız çocuğu, Üsküdar Çocuk Şube Müdürlüğü’nde 16 saat boyunca yiyecek ve içecek ihtiyaçları karşılanmadan ve birbirleri ya da aileleri ile görüşmeleri engellenerek bekletilmiştir. Daha sonrasında haber kaynaklarına da düştüğü şekilde gözaltına alınan çocuklar gözaltı sonrası “Karakol’da başınızda duran bir polis memur vardı kadın. Ona sorduk ‘neden buradayız’ diye. Bize dedi ki ‘Siz içerde göreceksiniz, size kan kusturacaklar’. Bir polis geçiyor mesela onu gösteriyor, ‘Bu size kan kusturacak’ diye. Biz anlamadık yani niye oradayız. Ne yaptık ki bize kan kusturacak.”şeklinde yaşadıkları şoku anlatmaya çalışmışlardır. Kendilerine “kan kusturulacağı” şeklindeki ifadelerle üzerlerine kurulmaya çalışılan baskı ve tehditlerin şiddeti net bir şekilde ortadadır.
Kocaeli DEM Parti Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun kendisine gözaltı işlemi uygulanan çocukların ifadelerine dayanarak İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya verdiği, çocukların yaşları ve dosya kapsamındaki hukuksuzlukları dile getirdiği yazılı soru önergelerine ilişkin verilen cevapta, ifadesi alınan çocuğun şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınmadığı, sadece bilgisine başvurulduğu, davanın tarafı olmadığı hususlarına yer verilmiş ise de, davet üzerine ifade almak yerine, sabah 05.00 sularında şafak operasyonu ile çocukların evlerinden gözaltına alınması tam olarak çocuklara kendi beyanları ile “kan kusturma” saikiyle operasyon yapıldığını göstermektedir.
İddianame ve Yargı Süreci
Operasyon neticesinde, 15 lise öğrencisinin de aralarında bulunduğu 19’u tutuklu 41 kişi hakkında dava açılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 10 Haziran 2024’te hazırlanan 529 sayfalık 2024/6636 sayılı iddianame, İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek, kamuoyunda “Kız Çocukları Davası” olarak bilinen dosyanın yargılama süreci başlamıştır.
İddianamede, 12 üniversite öğrencisi genç kızın ortaokul ve lise çağındaki çocuklara İngilizce ve dini dersler vermesinin yanı sıra, tamamı yasal ve suç teşkil etmeyen 117 farklı faaliyet “terör eylemi” adı altında sanıklara isnat edilmiştir.
Delil olarak sunulan belgelerin büyük bir kısmı, emniyet birimlerinin hazırladığı ve Yargıtay Kararlarında da (16.CD 16.04.2019 T, 2018/3918 E. 2019/2665 K.) belirtildiği üzere, ancak hukuka uygun ve somut verilerle desteklenmesi halinde dikkate alınabilecek “Bilgi Notu” ve “Bilgi İletimi” başlıklı yazılardan oluşmaktadır. Kaldı ki, iddianamenin içeriği incelendiğinde, bu çocukların ve gençlerin bowling oynamak, birlikte ders çalışmak, yemek siparişi vermek gibi faaliyetlerle “suçlandığı” açıkça görülmektedir. Bu absürd suçlamalar, delil olarak dikkate alınan veriler ve “Bilgi Notları” yargılamanın ne kadar hukuki(!) olduğunu gözler önüne sererken, hukuk sisteminin güvenilirliği açısından da derin endişelere yol açmıştır.
Absürt suçlama ve isnatlarla görülen davanın ilk duruşmasının 5. gününde mahkeme heyeti, 11 kişinin tahliyesine karar verirken, geri kalan tutukluların dosyasını 12-13 Aralık tarihinde yapılacak bir sonraki duruşmaya bırakmıştı. Bu akıl almaz yargılamanın görüldüğü İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Şenol Kartal’ın, aynı davada yargılaması devam eden karaciğer nakli geçirmiş ve aynı zamanda Parkinson hastası olan Aysu Bayram’ın tutukluluğunun devamına karar vermesi, davanın insani boyutunu da gözler önüne sermiştir. Bu durum, sadece hukuk açısından değil, vicdani ve insani değerler bakımından da sert eleştirilere neden olmuştur.
Öte yandan, sanıkların 37’sinin kadın olduğu dosyada, 18-25 yaş aralığındaki 19 sanıktan 8’inin tutuklu olduğu, bu genç kızların 15 Temmuz 2016’daki “darbe girişimi” sırasında 10-17 yaş aralığında olduğu kayda geçmiştir. Salt bu veriler dahi, “darbe girişimi” esnasında 15 yaşından küçük olan askeri öğrencilerin “ankesörlü arama” bahane edilerek gözaltına alınması gibi, hukuktan ziyade kin ve nefret saikiyle yapıldığını göstermektedir.
Uluslararası Tepkiler
Uluslararası toplum ve kamuoyu, davaya ilişkin gelişmeleri yakından takip etmekte, Türkiye’nin insan hakları sicilindeki kara lekelerden birinin daha görünür hale geldiğini ifade etmektedir.
Dava süreci ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Antonio Stango, iddianamenin “hukuki bir skandal” olduğunu belirterek, “Ders çalışmak gibi temel eğitim faaliyetlerinin terör suçu olarak yansıtılması, sadece hukuka aykırı değil, aynı zamanda uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine bir meydan okumadır,” demiştir. Antonio Stango, Türk yargısının bu davada “uluslararası hukukun temel ilkelerini açıkça çiğnediğini” belirtmiştir.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor ise, “Bu dava sadece Türk yargısının siyasi bir aracı haline geldiğini değil, aynı zamanda temel çocuk haklarının da nasıl sistematik olarak ihlal edildiğini göstermektedir,” şeklinde konuşmuştur.
Yunan gazetesi Kathimerini de, bu hukuksuzlukları ele alan yayınlarında, “AB’nin Türkiye ile müzakerelerinde çocuk hakları ihlalleri belirleyici bir unsur olacaktır,” diyerek davanın Türkiye’nin uluslararası konumuna zarar verebileceğine işaret etmiştir.
Öte yandan dünyaca ünlü Satranç ustası Garri Kasparov da bu hukuksuzluğa duyarsız kalmamış ve sosyal medyadan destek çağrısı yapmıştır.
Uluslararası Çocuk Hakları ve Sözleşmeler
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, “çocukların yüksek yararını” öncelikli kılma yükümlülüğünü devletlere zorunlu kılmaktadır. Ancak, Türkiye’de bu davada yaşanan olaylar, çocuk haklarını gözeten bu ilkelerin ihlal edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
İnsan Hakları Vakfları ve çeşitli uluslararası STK’lar, çocukların bu davada “psikolojik travmaya” maruz kaldığını ve bu durumun geri dönüşsüz zararlara yol açabileceğini vurgulamıştır. Ailelerinden koparılan, kötü muameleye uğrayan çocukların hikâyeleri, uluslararası toplumun dikkatini bu davaya çekmiştir.
Sonuç
“Kız Çocukları Davası,” Türkiye’nin insan hakları sicilinde kara bir leke olarak kayıtlara geçmektedir. Uluslararası hukukçular, bu dava aracılığıyla hukuk sisteminin yönetim aracı olarak nasıl kullanıldığını gözler önüne sermiştir. Avrupa ve çeşitli ülkelerde davayla ilgili gelişmekte olan kamuoyu baskısı, Türkiye’nin insan haklarına dair uluslararası sözleşmelerdeki yükümlülüklerini sorgulamaya açık hale getirmektedir.
Hukukun geleceği, bu gibi davalarda uygulanacak adaletin sağlanmasına bağlıdır. Antonio Stango’nun dediği gibi: “Bu dava, sadece adalet arayışının değil, insanlık onurunun da test edileceği bir duruşma olacaktır.”